Düşünmek zordur bu yüzden çoğu insan yargılar. Carl Gustav Jung
Karşımızdaki insanı hangi durumlarda anlamaya çalışıyoruz?
Ya da anlamaya çalışıyor muyuz?
Önyargılarımız neden var?
Mutluyken evet ama öfkeliyken ya da kızgınken empati yapmak gerçekten mümkün mü?
Bir problem yaşıyor olabiliriz. İş yerinde, okulda ya da evde olabiliriz mesela… Olay, konu, kişi bizi öfkelendirmiş olabilir. Peki bu senaryoya alternatifler üretecek olursak? Karşımızdaki insanla tartışarak haklılığımızı kanıtlamaya çalışabiliriz, tartışmaya girmeden öfkemizle kendimiz baş etmeye çalışıyor olabiliriz ki bu bizi çok daha fazla yorar ya da küçük bir ihtimal (iyi günümüzdeysek) onu anlamaya çalışabiliriz. Mesela öfkelendiğiniz, kızdığınız ya da üzüldüğünüz konunun, davranışın belki de kendi dinamiklerinizle alakalı olduğunu düşünerek kendi içinize bir yolculuğa çıkabilirsiniz (bunu yaparken konuyu kendinizi suçlamakla karıştırmamanız gerekiyor). Ya da belki karşımızdakinin davranışını anlamlandırmaya çalışırız (neden bu olaya, bu konuya bu kadar tepki verdi, neden bu şekilde davrandı, bu onun karakteriyle mi alakalı yoksa sadece bu davranışı mı bana bunu hissettirdi, durum her zaman mı böyle bu güne özel mi vs vs..) şeklinde karşımızdakini anlamaya niyet edebiliriz.
Eğer bunu yapmayı seçersek de unutmamamız gereken şey “herkes kendi duygusundan sorumludur”. Olaylar biraz karışıyor bu noktada… Aslında sınırlar net, karşımızdaki kişinin hissettiği duyguların sorumlusu biz değiliz ama aynı zamanda onu anlamayı da seçebiliriz. Yani empati mi yapalım? Olduğu kadar evet… çünkü tam bir empati hiçbir zaman mümkün değil. Çünkü karşınızdaki kişinin çocukluğunu yaşamadınız, aynı ebeveyn tutumlarına maruz kalmadınız, aynı dinamikleri geliştirmediniz yaşamla ilgili, ilkokulda, lisede ya da üniversitede ne yaşadı bilmiyoruz, belki de mobbing görmüştür, belki yakınını kaybetmiştir ya da kronik bir hastalığı olabilir… Yaşamını olumsuz yönde etkilemesi ve o an o şekilde tepki vermesine sebep olması mümkün bir dizi olaydan birini yaşamış olabilir ve evet siz de yaşamış olabilirsiniz. Bunlardan siz ya da karşınızdaki sorumlu olmadığı gibi duygularımızdan da kimseyi sorumlu tutamayız maalesef. Ama yapıyoruz… Bu hayatımızı zorlaştırıyor maalesef çünkü sorumluluğu karşı tarafa attığımız anda gelen rahatlama sonucu beynimiz anlayış ve empatiye kendisini kapatıyor. Empati yapmak, anlayış göstermek zor evet ama öfke, kızgınlık ya da üzüntü gibi yoğun hissedebileceğimiz duyguların etkisi altındayken daha da zor. Yani yapmamız gereken aslında problemi, konuyu, duygularımızı ve karşımızdakini anlamak için kendimize zaman vermek. Tartışıyorsak tartışmaya ara vermek, düşünmek için zaman istemek ya da sakinleşmek için biraz beklemek, problemlere daha sağlıklı çözüm yolları geliştirmemize yardımcı olacaktır. Bunu yapabilmek için gerekli olan şey: İki medeni insan.
Peki önyargılar nerden geliyor?
Nasıl içselleştiriyoruz?
Ve en önemlisi önyargılarımızı fark edebiliyor muyuz?
Önyargıyı oluşturan, geliştiren, besleyen ya da sönmesini sağlayan birçok faktör vardır. Bunları bireyin dili, dini, ırkı, doğduğu ve büyüdüğü çevre, ebeveyn tutumları, eğitim seviyesi, çalışma ortamı vs. olarak sıralayabiliriz.
Doğrusu hiçbir bebek dünyaya önyargıyla gelmez, ona kendilik, dünya ve gelecek algısını anne baba ya da bakım veren kişi aşılar. Zaman içinde değişime uğraması muhtemel bu yargıların fakına varılması, sağlıksız ve aslında bireyin kendisine ait olmayan, kendi deneyimlerinden kaynaklanmayan yargıların değiştirilmesi süreci zahmetlidir ve zaman alır. Bireyin bunları farkına varması büyük bir şanstır çünkü fark etmek, değişime bir adım atmaktır diyebiliriz. Birey yeni insanlar tanıdıkça, okudukça, kendini geliştirdikçe ön yargılar anlamını yitirir ve zaman içinde söner.
Peki bireyin dini, ırkı düşüncelerini nasıl etkiler?
Aslında dolaylı olarak birey yine çevreden etkilenir. Etrafını gözlemlemeye, rol model almaya başlayan çocuk bu süreçte aşırı fanatik düşüncelere maruz kalabilir, yaşadığı ülkede göçmen statüsünde yer alıyor olabilir mesela... ve bu süreçte maruz kaldığı “haksızlığa uğruyoruz, insanlar acımasız davranıyor, dünya tehlikeli bir yer ve ben güçlü olmak zorundayım…” gibi mesajlar küçük yaşlardan itibaren zihninde yer almaya başlar ve okuyup, gelişip, kendi yargılarını oluşturup ön yargılardan kurtulmadığı sürece bu olumsuz duygular zihninde döner durur. Her an yüzeye çıkmak için tetikte bekler, algıda seçiciliğe sebep olur ve zamanla kişinin karakterine yerleşir, bir kanser hücresi gibi yayılır. Kişi ya da toplum gerçekten haksızlığa uğruyor da olabilir ama bunu kendi deneyimiyle, kendi bilgisiyle fark ettiğinde bu düşünceler zihinde sürekli gezmez ve çıkmak için tetikte beklemez. Bu bilgilerin bir yeri olur ve gerektiğinde kullanılır işi bittiğinde yerine kaldırılır.
Ebeveynlerin evde konuşurken, haber izlerken, bir olay tartışırken ki konuşma ve tutumları çocuk tarafından kopyalanır, işlemlenir ve bir kısmı zihne yerleşir. Anne ya da babanın diğer siyasi partiye karşı tutumu, dindar insanlara karşı tutumu, herhangi bir devlet ya da millete karşı tutumu, çevredeki insanlara nasıl yaklaştığı, onlar hakkında ne düşündüğü, hayvanlara karşı tutumu… saydıklarımın herhangi birinde sağlıksız bir yargı yani ön yargı (deneyimlere, bilgiye, düşünceye dayanmayan yargılar) yer alıyorsa çocuk bunu alır ve farkındalık kazanana kadar gerçeği öğrenene kadar bu önyargı gözlükleriyle izler, milletini, devletini, diğer milletleri, diğer dinleri, arkadaşlarını ve kendini. Öyle olmamaya çalışarak geçirir hayatını ya da öyle olanlardan korunmaya çalışarak. Gözünde sürekli önyargı gözlüğünün ağırlığıyla yaşamaya devam eder ve bu düşünmeden kabul edişler arttıkça gözük sayısı da artar ve bu noktadan sonra kişinin görmesi, objektif bakabilmesi çok zordur.
Psk. Merve Çalışkan
Comments